"Edebiyat - Sanati"

Edebiyat - Sanatı

HALK EDEBİYATI

HALK EDEBİYATI
Halk edebiyatı kavramıyla nasıl bir edebiyatı anladığımızı açıklamak için öncelikle halk kavramının ne anlama geldiğini algılamak gerekir. İlkçağlarda halk, hükümdarlarla ona bağlı çevreler dışında kalan, henüz sınıflara ve tabakalara ayrılmamış geniş yığınlardır. Halk ortak bir dili konuşan, gelenek ve görenekleriyle ortak etkinliklerde buluşan; ortak şeylere gülüp ortak şeylere ağlayan; günlük yaşamındaki ekonomik ve sosyal düzeyle birbirinden çok farklı olmayan insanlar topluluğu olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz böyle bir kavram ve böyle bir tanımlama, bu çerçevenin dışında da bir insan topluluğunun varlığını akla getiriyor. Öyledir de.

İlkel toplumlar dediğimiz topluluğu oluşturan bütün bireylerin aynı yaşam biçimini sürdürdüğü; birlikte avlanıp avladığını birlikte yediği, birlikte ektiğini birlikte tükettiği; birlikte savaşıp elde ettiklerini birlikte paylaştıkları bir dönemden, üretim araçları, işbölümünün yaygınlaşması ve değişim araçlarının gelişmesiyle, üretimi kendi gereksinimi olduğu kadar başka birilerinin de isteği olduğu için, avladığını ya da ekip biçtiğini kendisine yetenden başka, yöneten ya da hakim olan için de ürettiği bir döneme geçerken, halkla halk olmayan ayrımı da belirmeye başlamıştır. Kaba hatlarıyla çizdiğimiz bu görüntü, Türk toplumunda da özellikle göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçmeyle belirginleşmeye başladı ve kentlerle birlikte soylu bir tabaka da oluştu. Özellikle İslamiyet'le birlikte Türklerin düşünüş biçimi de değişmeye başladı, bu inancın gerekleri doğrultusunda yapılanmaya gidildi. Şehir ve kasabalarda kurulan medreseler, başlangıçta çok büyük bir kitle oluşturmasa da siyasal iktidar açısından etkin olan bir topluluk oluşturdu. Bu topluluk, İslam düşüncesiyle ilgili bilgi ve birikimlerinden dolayı farklı bir düzeyde olunca, geniş toplumsal kesimlerle bu kesim arasında ortak değerler azalmaya başladı. Üstünlük duygusuna kapılan medreseliler, halkı "havas" ve "avam" diye ikiye ayırarak düşünsel olduğu kadar yaşama biçimi ve kültürüyle de farklılığın artık belirginleşmeye başladığını işaretlediler.

Özellikle XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı saray çevresine egemen olmaya başlayan Arap ve Fars aydınları beraberlerinde kendi kültürlerini de getirdiler. Türk toplumuna yabancı olan bu kültür, Osmanlı saray çevresi ile yöneticileri tarafından yeğlenince bu çevrede kabul gördü; ancak halk geleneksel duyarlığını, estetik ve sanatsal yeteneğini yitirmeksizin bir gereksinim olarak duyumsadığı ürünlerini üretmeyi sürdürdü. Bu, dil ve kültür ayrılığı, eğitim görmüş çelebiyi temsil eden Hacivat ile sağduyu sahibi anlayışlı halkı temsil eden Karagöz'ün nükteli konuşmalarında kolaylıkla görülür.

Oluşan bu yeni "seçkinci" kesim, dili Arapça ve Farsça sözcüklerce kuşatılmış, içeriği yaratıcısının düşünde yorumladığı bir dünya olan ve hayat bulduğu sosyal-siyasal çevrenin yaşama biçimine denk düşen bir edebiyat, sanat yarattı. Divan ya da saray edebiyatı adıyla andığımız bu edebiyat, kuşkusuz bütün Osmanlı coğrafyasının öyle ya da böyle edebiyatı, sanatıdır. Ne var ki, bu edebiyat ve sanatta geniş bir toplum kesiminin yaşadıklarından uzak bir yaşama biçimi, estetik ve ideolojik anlayış vardır. İşte halk edebiyatı, bu geniş toplum kesimine uzak 'seçkinci' anlayışın karşısında, tarihsel ve toplumsal ortaklıklardan beslenen diliyle, içeriğiyle, zorlama etkenlerin olmadığı, en önemlisi de, yarattığı halkın ulusal özünü taşıyan edebiyattır.

Avrupa'da 16. yüzyılda Rönesans'ın, 1789 yılında da Fransız Devriminin yaşanması yeni bir düşünce oluşturmuş, aydınlarda halk yaşamına karşı ilgi uyandırmıştır. Aynı zamanda bu süreçte Avrupa'da 'halk' ve 'ulus' kavramları günümüzdeki anlamıyla kullanılmaya başlanmıştır. Oysa ekonomik ve siyasal sıkıntı içerisindeki Osmanlı böyle bir süreci yaşayamadı.

'Halk Edebiyatı' kavramının dilimizde kullanılışı ise, yüzyılımızın başlarından daha eskiye gitmez. Elçin'in (1997) "halk edebiyatı kavramı" üzerinde dururken altını çizdiği gibi, Avrupa'nın akılcı ve teknik üstünlüğüne dayanan yeni uygarlığı karşısında bütün Türk dünyası ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu gerilemek, parçalanmak durumuna gelince, zaman içinde "siyasi Tanzimat" adını verdiğimiz bilinç doğdu. Bu bilincin ardından gelen "edebi Tanzimat" kuşağı 3 Kasım 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanının yarattığı ortamda 1789 ilkelerini ve bu ilkelerle doyurulan fikirlerini gazeteyle, çeviri ve sanat yapıtları ile Türk halkına yaymaya başladılar. Şinasi'nin "Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye"si, Ziya Paşa'nın "Şiir ve İnşâ"sı, Namık Kemal'in tiyatroları ve "Vatan" gibi makaleleri, mutlak rejimden meşrutiyete doğru giden yolda, aslında var olan "halk"ı ve "ulus"u Avrupalı bir görüşle arayan yapıtlardır.

Folklor, Türkiye Türklerinde 1908'den sonra Türkçülük ve milliyetçilik hareketi içinde kendini gösterdi. Doğal olarak Türkiye'de halk edebiyatı kavramının dilimiz ve düşüncemizdeki tarihsel derinliği bu tarihten daha öteye gitmez.

Bugün bu kavramla biz, divan edebiyatı dışında kalan ortak ürünlerle: mani, türkü, ağıt, atalar sözü, destanlar, masallar, hikayeler, fıkralar, bilmeceler, ninniler, beddualar,vb gibi; söyleyeni belli saz ve tekke şiiri kapsamındaki ürünleri; köy orta oyunu dediğimiz temsilleri: Meddah, Karagöz ve Ortaoyunu'nu anlıyor, değerlendiriyoruz.

Halk Edebiyatının Özellikleri

Türk halk edebiyatı ürünlerinin ortak özelliklerinin başında, anlaşılır bir Türkçeyle söylenmiş ya da yazılmış olmaları gelir. Halk edebiyatı ürünlerinin büyük bir bölümünü nazımla söylenmiş türkü, ağıt, ninni, mani, koşma, koçaklama vb. türler oluşturduğu için, bu türlerde başlıca ölçü hece ölçüsüdür.

Özellikle 16. yüzyıldan sonra, kimi halk şairlerinin gerek ilişkide oldukları medrese kültürü ve çevresinin etkisi, gerekse divan şairlerine özenmelerinden kaynaklanan hece dışında ve ağdalı bir dille söyleme özellikleri görülmüştür. Fakat bu, halk edebiyatı ürünlerinin özellikleri sıralanırken temiz bir Türkçeyle söylenmiş olduklarının belirtilmesine engel değildir.

Halk edebiyatı ürünlerinin dil ve biçim dışında bir diğer özelliği ise büyük bir bölümünün bireysel değil imece usulüyle yaratılmalarıdır. Bu imece usulüyle yaratım, kimi adlara ait gösterilen şiirlerde de böyledir. Bir şiirin, bir masalın, bir türkünün, bir fıkranın birden çok söyleniş şeklinin olması da bu ortak yaratma niteliğinden ileri gelmektedir. Bugün Karacaoğlan, Pir Sultan, Yunus Emre gibi adı belli halk ozanlarımıza ait şiirlerin bile birden çok söyleniş şekilleri vardır. Bu ozanlarımız etrafında bir Karacaoğlan şiirinden çok Karacaoğlan şiir geleneği ya da Pir Sultan şiir geleneği vurgulamasının yapılması da bu gerçeklikten ileri gelmektedir. Yani, halk benimsediği, kendi duygu ve düşüncesiyle bütünleştirdiği ürünlere yenilerini eklerken, ona gönlünde yer etmiş bu adlardan birini yakıştırmaktan kaçınmamıştır.

Halk Edebiyatının özelliklerini maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz:

-Dil ve anlatımda süslü söyleyişe yöneliş yoktur. Genellikle yalın anlatım kullanılır.
-Söylendikleri, yaşatıldıkları devir ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır.
-Halkın içinden doğan eserler, konu, tema ve duyarlık bakımından halkın hayatına sıkı sıkıya bağlıdır.
-Şairler, genellikle okumamış kişilerdir.
-Aşk, doğa, ayrılık, özlem, ölüm, din, tasavvuf konularının yanı sıra toplum hayatını ilgilendiren sorunlara da sık sık eğilen şairler, bunlarla ilgili eleştiriler getirirler. Daha çok somut konular işlenir. -Biçimden çok konuya ağırlık verilmiştir.
-Âşık edebiyatı şiir ağırlıklı bir edebiyattır.
-Âşık veya saz şairi denilen sanatçılar tarafından daima müzik eşliğinde söylenir. Şair şiirlerini saz eşliğinde, belli bir ezgi ile söyler.
-Âşıklar, bu edebiyatın mensur kısmını oluşturan halk hikâyelerinin oluşumu, gelişimi ve aktarılmasında da önemli rol oynarlar.
-Şiirde nazım birimi dörtlüktür. Yaygın olarak hece ölçüsü kullanılmıştır. Hecenin en çok 7’li, 8’li ve 11’li kalıpları kullanılmıştır. Fakat şehirde yaşamış, medrese eğitimi almış bazı ozanlar aruzu da kullanmışlardır.
-Şiirler işledikleri konuya göre güzelleme, koçaklama, ağıt ve taşlama, ilahi… gibi adlar almışlardır.
-Koşma, türkü, mani, destan, semâî… gibi değişik nazım şekilleri kullanılmıştır.
-Âşık edebiyatı doğaçlamaya (irtical) dayanır. Âşıklar, eserlerini bir ön hazırlık olmaksızın, doğrudan sözlü olarak meydana getirirler. Bu yüzden şiirlerde derin bir anlam, kusursuz bir biçim görülmez.
-Dinî-tasavvufî edebiyatın etkisinde kalmıştır.
-Halk deyimlerine ve güzel halk söyleyişlerine yer verilir.
-Az da olsa benzetmelerden faydalanılmıştır. (Boy serviye, yüz aya, kaş kaleme, diş inciye, yanak güle) -Şiirlerin başlığı yoktur, Nazım şekilleri ile adlandırılır.
-Genellikle yarım kafiye kullanılır. Daha çok redifle ahenk sağlanır. Kafiyenin yanı sıra “ayak” da söz konusudur.
-Konu, şekil ve dil bakımından dış tesirlerden uzaktır.
-Nesir alanında da eserler verilmiştir. Nesir halk edebiyatında nazma göre çok çok önemsiz kalmıştır. -Çünkü duygu ve düşüncelerin kalıcılığı şiirle daha kolay sağlanmaktadır.
-Nesir örnekleri arasında halk masalları, halk hikâyeleri, efsaneler, atasözleri, deyimler, halk tiyatrosu, bilmeceler, fıkralar sayılabilir.
-Bunlardan en yaygınları -tür olarak- masallar, hikâyeler ve efsanelerdir.
-Atasözü, bilmece ve deyimler zaten -halkın ürünü olmakla beraber- her alanda herkes tarafından kullanılmaktadır.
-Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır.
-Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şairleri, divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır.
 
© 2012 - 2013 | » EminX « Yapımıdır. EPfarki.com Kültür ve Sanat Siteleri
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol